Sevgili Mersintime okurları; uzun bir ayrılıktan sonra sizlere uzaklardan yazıyorum. Mersin sevdası uzaktayken azalmıyor, bilakis özlemine özlem katarak sevda büyüyor. Hayat bu işte …ayrılmak-kavuşmak-ayrılmak-kavuşmak… devam eden katar gibi adeta. Hayatın bir parçası olan ayrılığı yaşamaya devam ediyoruz.
Sevda demişken, sanırım sevda önce bir insan bedeninde başlıyor. İnsan sevmeye fani bir kadının bedeninde gönüllü bir mahkûm iken başlıyor. Gözlerini açtığında karşısında kendisine sevgi ve bitmeyecek bir muhabbetle bakan, kendisine benzeyen büyükçe bir insan yavrusu! Doğru ya O’da başka bir insanın yavrusu idi değil mi?
İnsan sevmeye bir anne karnında, yine bir insanı severek başlıyor. Kadın sevgisi, sevda alfabesinin ilk harfi gibi bir şey. İnsan öğrendiği bu alfabe ile başka sevda mektupları yazıyor, başka bedenlere. Özlem ve sevda bedenle birlikte büyüyor çoğu zaman aslında.
Sonra ne mi oluyor? Sevda hastalanıyor!!! Bedensel bir hastalık değil aslında bu hastalık. Ruhsal bir çöküntü ve ıstırap haline dönüyor bu hastalık?
Neden bir ruhsal bir hastalık ki?
Bakın, her akşam karşısına geçtiğimiz şu LCD yada benzeri cihazlar var ya! tüm dünyamızı şekillendiren alet var ya! aslında her şey o cam ekranda başlıyor. Nasıl başlamasın ki…
Bir günlük televizyon yayınlarına bir bakın Allah aşkına. Akşam 19:00 dan ertesi gün 19:00 kadar neler yok ki…
Saat 19:00-20:00 Ana haber saati, tabi ki ailemizin büyüğü küçüğü herkes ekrana abone olmasa da, kulakları misafir akşam sofrasında. Gün içinde öldürülen kadınların, darp edilen kadınların haberleri tek tek geçiyor ekranda, adeta film gibi. Kimimiz izliyoruz vah vah diyerek, kimimizin kulağı misafir umursamaz bir şekilde.
Saat: 20:00-24:00 bir haftadır beklediğimiz dizi saati. Hadi önce özetleri, arkasında bir dünya kapitalist sistemin bitmez tükenmez reklamları. Bak işte başlıyor bir haftadır sabırsızlıkla beklediğimiz diziler. O da ne! Bir genç kadın, sevdiği hayat uğruna adeta köleleşmeye başlamış. Evinden dışarı çıkamıyor. Hele bir kayınvalidesi var ki, seyrederken ürküyorsunuz. Sanki gençliğini elinden alan kocası değil de geliniymiş gibi, başlıyor bir eziyet furyası. Kadın iyice köleliği razı olana kadar. Hazzetmiyorsun, elindeki sihirli aletle ekranı değiştiriyorsun, yine genç bir çift. Aman Allah’ım! Kadının başına silah dayanmış. Ne diyor biliyor musunuz? “Yaşamak için benimle evlenmen gerek” Bu nasıl yaşamsa artık. Haa bunlar dizi değil mi?
Gece oluyor 24:00-01:00 bazen biraz daha ileriye kadar kadın haberlerinin tekrarı. Nasıl bir vahşetin başrol oyuncusu oldular, anlat anlat bitmiyor. Artık sabah haberlerine kadar uyu uyuyabilirsen…
Sabah olur 06:00-10:00 sabah haberleri. Yeni gün, yeni kadın haberleri… falanca şehirde filanca semtte bir kadın bir erkek terörüne daha kurban gitti!
Sonra kaybolan, yok olan, ilk sevdamız için yeni bir kuşak başlar… 10:00-12:00 arası kaybettiğimiz kadınlarımız ekranda ararız. Filanca zamanda falanca yerde kaybolmuştu diye başlar epeyce yaşlı bir anamız. Sonuç mu? Birileri önce reyting denilen izleme katsayısı artar, sonra banka hesabı sıfırları. Yarın olsa da bir kadın kaybolsa da bulsak der gibi programlar…
Öğle akşam arası, bayatlamış, üçüncü beşinci kez zoraki izletilen diziler. Yine başrollerde kadınlar. Ya aldatılıyor, ya dövülüyor sövülerek yada öldürülüyor. Şiddet iyice pekişir ruhlarımızda habersizce.
Sonra! Sonra mı? Başladığımız yere döndük, günün hasadını toplamak için 19:00 da herkes ekran başına!
Beyler yada bayanlar! hanginiz bu düzeni kurduysanız, sonuç ortada: Yanlış, yanlış, yanlış….
Siz her akşam kadına nasıl hükmedileceğini dizlerinizle anlatın, sonrada sabah kuşağında dizlerimizi dövelim.
Bir kadının eziyet çekmediği bir dizi, yapım olamaz mı? Erkek sevemez mi? Erkeğin ilk sevdiği bir kadın değil mi? Kadınların karar verme hakkı yok mu? Sadece erkek mi sever? Kadının kendisini seven erkeği sevmek zorunluluğu mu var?
Sorular, sorular, sorular. Cevabınız nerde. Durun durun! sizin bir cevabınız var elbette ki! Hani dernek kurarsınız değil mi? Bolca kadın sığınma evleri açarsınız değil mi?
Yapmayın! Bu kendinizi kandırmaktan öteye varmayan bir hareket. Bir ülkede kadın sığınma evlerinin çokluğu, o ülkenin ne kadar ilkel olduğunu gösterir. Siz, bu evlere ihtiyaç olmayan bir topluma katkınız ne? Bir kadını başında sığınma olan evde değil, kendi evinde, yuvası olan evinde mutlu edersiniz. Ne yaparsanız yapın, her erkeğin başına bir güvenlik şubesi kursanız yine çözmezsiniz. Kadını erkekten kaçırarak, neyi çözmeyi hedefliyorsunuz.
Ah güzel Ülkem Ah!!! Bir tarafta saçma sapan töre denilen hastalığın, bir yandan modern yaşam denilen yeni hastalığın var. Ah Ülkem Ah!! senin kadınların ve erkeklerin bunları hakketmiyor.
Onca sosyolog ve psikologlar bu işi çözemiyorlarsa, ya kitapları tersten okuyorlar yada kitaplardan yazan yanlış. Hangisinin olduğunu siz bulun artık. Belki ikisi de doğru, belki ikisi de yanlış, sizin bilinç altına yerleştirdiğiniz yaşamdan…
Belki sorun sosyolog ve psikologlarda değil, kaybettiğimiz değerlerimiz. Huzurevlerine gönderdiğimiz anne ve babalarımızdan uzak kalmak belki. Geniş aileden, çekirdek aileye terfi ettik ya, sorunlarımıza zamanında diliyle müdahale eden ebeveynlerimiz kalmadı ya sorun asıl bu olsa gerek. Evladımızın başını okşayan kalmadığı gün idi, ailemizin bozulduğu gün.
Ah Ülkem ah! Kim bilir ki bu yazı yazılana kadar, kaç kadın daha darp edildi? Kim bilir ki yatağında uyanması gereken kaç kadın bir hastane yatağında gözünü açmaya çalışıyor…
Kim bilir ki demenin zamanı değil. Hepimiz biliyoruz cevabı….
Uzaklardan sevgi ve muhabbetle….